Sinestezik Çağrışımlar: Şairler ve Renkleri

Uzaktan bakınca pek görülmüyor renkleri.  O yüzden gittikçe yakınlaşmalı şiire ve hatta içine girilmeli. Hepimizin ruhu başka; kimimiz kış, kimimiz güz, kimimiz yaz, kimimiz bahar. Farklıdır her şairin iklimi. Ve her iklimden dilimize farklı bir tad bırakırlar. Kendimden başlayan geri sayımda, bambaşka renklerle dolu olduğunu görürüm son asırdaki Türk şiirinin. Sevdiğim şairlerin her biri farklı bir renk bırakmıştır aklımda. Bazıları atmosfer, diyor buna bazıları ise ruh iklimi. Psikolojiye bırakılırsa, en net tanımı sinestezik bir çağrışım belki. 

Yıllar ilerledikçe ben de Robert Graves gibi, kötü (kokan) şiirleri kolaylıkla ayırt edebiliyorum burnumla. İyi şiirleri ve onların şairlerini ise renkleriyle ayırdığımı fark ettim kendi kulvarlarına. Şair gözlüğümün arkasındaki manzara şiirsel renk kodlarını da bırakmıştı hafızama. Şiirlerindeki imgeler, şair bütününün bendeki egemen rengini de göstermeye yetiyordu. Öyleyse fazla uzatmadan, gelelim şairlere ve onların bende bıraktıkları fazlaca göreceli -öznellektüel- renk tonlarına.

Attila İlhan

Başlı başına kırmızının şairi olarak kaldı ben de. Attila İlhan şiiri, gece sisli bir yolda gezindirmiştir beni. Ürperti ve coşku, sisler dağıldığında kırmızı bir noktaya ulaştırır. Attila İlhan şiirinin vardığı kırmızı, turuncu sokak lambalarından gece hayatının kırmızı odalarında yanan ışığa doğru bir geçiş sürecini simgeler. Kırmızı; hem  itiraf, hem özlem, hem aşk hem arzular bütününü ifade eder. Mavi akımının kurucusu olarak gösterilse de bu renk, şairin maviliği olarak adlandırması zor. Attila İlhan şiirlerindeki kaptan, gündüz açık denizlerde parlak bir gökyüzünde seyrüseferde bulunan bir kaptandan daha çok gece kırmızıya çalan şehir ışıklarının yansıdığı denizde yol alan biri. Yer yer bordoya dönen koridorların rengi.

Cemal Süreya

Kırmızının bir diğer şairi de Cemal Süreya’dır benim gözümde. Onun şiirlerindeki kırmızı paylaşılan bir kırmızıdır. Tonu Attila İlhan’ın kırmızısı kadar koyu değildir. Tanyerinin ağarmasında, ufuk çizgisinin üzerindeki kırmızılık daha yakındır Süreya şiirine. Bu kırmızılık sizi yataktan kaldırır, tramvaya bindirir, içinde kaybolunmayan bir dünyada gezindirir. Bu kırmızılık bir değil iki kişiliktir, ikinci bileti sevdiği bir kadına ayırmıştır. Şair kırmızının hapsinde değil olağanlığında devam eder hayatına. Yer yer pembe, yavruağzından koyu, kiremit kırmızısından açık.

İsmet Özel

Dünyaya alışmasa da gündüzden uzaklaşmayan bir şairdir İsmet Özel. Şiirinin rengi sıcak asfaltın rengi. Karlı bir gece vakti uyandırdığı dostunu da çağıracağı yer hiç kuşkusuz isyan bayrağını çekeceği bu asfalttaki toplanma yeri. Şehirlidir, bulutlu bir havada kalabalıkları kendine çağırır. Rengi genzi yakar, kalabalıkları kendine toplayan yön levhası asfalta yerleştirilmiştir. Çimenlerin üzerinde okla vurulmayacak kadar yenidir. Şehirli kurşunlardır şairin göğsündeki. Caddenin üzerinde kurulu bankaları ancak bu asfaltın üzerinde taşlayabilir. Domuzlar ve bankerler bu asfalta yerle bir edilmelidir. Kaçış değil, çağırıştır asfalta. Propagandasını da protestosunu da bu asfaltın üzerinde yapar. Berrak bir gökyüzünde çocuklar aşkına savaşmak meydan muharebesinden daha çok bir gerilla harbiyle mümkündür. Ve bu gerilla harbi elbette şairin ayaklarını bastığı asfaltın üzerinde gerçekleşecektir.

Necip Fazıl

Gece şairlerinin en büyüklerinden.  Şair, istemsiz bir şekilde karanlığı kendine çeker. Karanlık lambanın isini daha da karartır, yalnızlık ve ölüm dünyanın en büyük karanlığıyla şairi baş başa bırakır. Bu karanlıkta devler sokakları keser, şair karanlığın göğsünden aydınlığa doğru giden bir yolu arar. Bulduğu ulvi aydınlığın önemini ise yine karanlığın tonunu arttırmak suretiyle belirtir. Karanlığın içinden aydınlığa geçişte şair, çok sevdiği şairliğini dahi cücelere vererek feda edebilecek ve her şeyin üzerindeki büyük aydınlığına erişmek isteyecektir. Yıllar ilerledikçe gece yarısı karanlığı, işlevini büyük sabahın hazırlayıcılığına bırakır. Göz kapaklarını kapatan ölümün karanlığı, zindanın karanlığı, kör zihnin karanlığı  onun yüzünü aydınlığa dönmekten alıkoymaz. Karanlığın aydınlanması için yüzünü doğuya döner, nura varan bir aydınlığın hasretiyle bekler.  Göklerin gürültüsü de onundur, ortaya saçtığı yıldırımlar da.

Sezai Karakoç

Gülün rengidir şiirlerindeki. Bu gül bende, bazen pembe, bazen kırmızı, bazen fuşya renginde hissettirmiştir kendini. Sarı lambalar yahut gezinen çöller gülün hasretiyledir gülü açtırmak içindir. Eski şairlerin güllerinden farklıdır Sezai Karakoç’un ki. Pencere önü çiçeklerini açtıran masumiyet bu gülleri de açtırır. Balkon’da da açabilir bu güller masal ülkelerinde de. Maksat gülü de güzelliği de dünyada açtırmaktır. Diriliş gülün açmasıyla gerçekleşecektir. Şair çınar köklü bir gül ağacı diker ormana. Ve bu ağaç her haliyle diğerlerinden ayrılır. Yaprağı da dikeni de bu gülün rengini bulduğumda unuturum.

Nazım Hikmet

Nazım’daki hâkim renk hâkidir bana göre. Bu hâkî yeşil bazen askerlerin, Kuva-i Milliyecilerin üzerindeki üniformanın rengi olabilir, bazense devrim algısında simgesel yeri olan bir parkanın rengi. Emperyalist bulutların şairin hâkî renginin koyuya çalan kısmını yok etmeye yeltenmesi onu sinirlendirir. Üniformalı bir isyancı yeşili. Herkesin yeşilinden farklı bir yeşil ki onu Gülhane parkında ceviz ağacı yapan da o. Bu açık yeşil yapraklar gölgesine sığınanlara çiçek açtırmaz belki, ama içlerinde gizlediği cevizler, sincapların da gözünü alabilir, insanların da.

Arif Nihat Asya

Bayrağın rengi, parıltılı savaş sancağının kırmızı rengi. Eskisi de yenisi de kuşatıcı bir kutsal. Karlı dağlara götüren savaşın kırmızısı, fedanın kırmızı, aidiyetin kırmızısı. Mektuba sığmayan sevginin kırmızısı.

Ataol Behramoğlu

Sarıdır Ataol Behramoğlu’nun benim sevdiğim gençlik şiirlerindeki rengi. Akşamüstü, güneş batarken ki o ılık sarı. Çekip giderken bir nehrin aktığını gösteren sarı. Gençliğin sarısı, sarışınlığı.

Turgut Uyar

Mavi. Bazen açık, bazen koyulaşıp laciverte yaklaşınca içinde geyiklerin gezdikleri.  Açık bir gökyüzü sadeliği. Kendi halindeliğinin orijinal maviliği.

Özdemir Asaf

Kirli beyazın sadeliği Asaf’ınki. Sevgiliden uzaklaşırken dahi sade, biraz açık bir pembelik karışır gibi oluyor bazen şiirine. Yine de kirli beyaz egemen. Kendine çıkan yokuşta, hayatın egzoz dumanlarının, tozlarının ve lastiklerinin kirlettiği yol çizgileri gibi.

Abdurrahim Karakoç

Aşıkken titreyen alevin yaydığı sarı, yalnızken ya da sinirli iken güneşte salınan başağın rengi. Karakoç’ta bozkırın güneşle sarartılmış buğdayları bütün verimdarlığıyla ortaya saçılır. Uzaktaki sarıyı da yakındaki sarıyı da aynı potada eriten şiirlerdir Karakoç’unki.

Fazıl Hüsnü Dağlarca

Kolalı  beyaz yaka ile mavi önlüğün renklerinin birleşimi. Maviye katışan beyaz tarafı masumiyete çağırır, mavi tarafı ise erkek çocukların kişiliklerini belirleyen -pembe ile mavi arasındaki- o ilk renk seçişini hatırlatır bende. Göklere çıkarmasa da göğe uzak durmayan bir mavi. Sakin, duru ama yerli yerinde -masum- bir mavi.  

Süt beyaz dışında hemen her rengi bulabilirim şairlerin zihnimdeki renk kartelasında. Başka şairlerde kirli beyaza, rakı beyazına, buz beyazına rastlamak elbette mümkün. Ama ne yaparsak yapalım sütbeyaz olamaz şairler ve şiirleri. Şair özdeki mutsuzluk ve ayrıksılık, beyaza varmak için farklı renklerde dolaştırmıştır şairleri. Son durak hep beyazdır, bütün yolculuk ona. -Her ne kadar son durağa varamayacağımızı biliyor olsak da.-

Yazının en başında geçen ‘kötü kokulu’ şairlerin, şiirlerin dışında bir de tadsız, renksiz, kokusuz olanlar var. Onlardan bahsetmek bile hakaret olurdu şiire ve yazıya.

Renkleri çoğaltacak şiirsel canlılığı bu günkü şiirde de bulabilmek umuduyla.

M. Sadi KARADEMİR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir