-Dergâh Dergisinin Yayın Hayatına Ara Vermesi Üzerine- MUSTAFA KUTLU, İSMET ÖZEL BİR DE BEN
Dergah Dergisi 32. Yılında Ekonomik Zorluklar Nedeniyle Yayın Hayatına Ara Vermek Zorunda Kaldı.
Elimde neredeyse iki kitap bütünlüğündeki şiirlerle, Dergâh Yayınlarının kapısından içeri geçip Mustafa Kutlu ile tanışmamın üzerinden yaklaşık on yıl geçmiş. İlk eserlerini Dergâh’ta yayımlayan biri olarak halen, yeni bir şiir yazdığımda, acaba Mustafa Kutlu okusa bu şiir için neler söylerdi, diye düşünmeden edemiyorum doğrusu.
Edebiyat Dünyası İçin Önemli Bir Hazine: Mustafa Kutlu
Dergâh, 2010’lu yılların başlarında diğer edebiyat dergilerinin yoğun ‘arkadaşçı’, ‘toptancı’, ‘dedikoducu’ ortamından farklı olarak sadece edebiyatı, şiiri, sanatı konuşabileceğimiz bir ortamı bizlere sunuyordu. Bu yönüyle, genç bir şair için sanatsal anlamda beslenilebilecek bir işlevi görüyordu. Mustafa Kutlu, sadece hikâyeleriyle ve denemeleriyle değil, aynı zamanda hatıralarıyla da edebiyat dünyası için önemli bir hazineydi. Kimlerin bahsi geçmedi ki o konuşmalarda? Kutlu’nun Kemal Tahir’le yaptığı röportajı, Mehmet Kaplan’la görüşmelerini, Cemil Meriç’in asistanı olduğu yılları, hocası Nurettin Topçu ile olan ‘Hareket’ yıllarını, Selim İleri’yle olan arkadaşlığını, Attila İlhan’ın isteğiyle gönderdiği hikayeyi, Metin Erksan ve Halit Refiğ ile yaptığı senaryo çalışmalarını, Osman Sınav’ın ödül aldığı ilk filminin senaryosunun hikayesini, Ahmet Hamdi Tanpınar romanlarının bir depoda çürümekten kurtularak basımının yapıldığını, Dergah’ın ilk yıllarında İsmet Özel’le yaşadığı dostluğu, İsmail Kara ile devam eden arkadaşlıklarını, Dergah’ta şiirlerini yayımlayan –bu gün çoğu edebiyat dünyasında önemli bir yer tutan-isimlerin ilk gençlik yıllarını ve eserlerini, Yahya Kemal’i, Cenap Şehabettin’i, Ömer Seyfettin’i, Akif’i, Sebahattin Ali’yi, Atsız’ı, Sait Faik’i, Mehmet Genç’i, Sezai Karakoç’u, Dranas’ı, Turgut Uyar’ı, Teoman Duralı’yı ve dahi bir çok ismi ve hatırayı Kutlu ile doğrudan konuşma fırsatı bulmuştum. O yıllar, Kutlu yönetimindeki Dergâh’ta eserlerini yayımlayan üçüncü ve son kuşağın en genç temsilcilerinden biri olarak sadece edebi konuları değil, sanatın diğer türlerini, Dünya’da ve Türkiye’de yaşanan ekonomik ve sosyal dönüşümü de Kutlu ile konuşabiliyorduk. Kendimi bu açıdan bizden sonra edebiyat dergilerinde eser yayımlayan arkadaşlardan daha şanslı hissediyorum. Çünkü o yıllarda bizler, edebi hazinenin kapağını açıkken gördük, bizden sonraki arkadaşlar maalesef içi boş sandukaları hazinenin ta kendisi sandılar.
2010’lu yıllar
2010’lu yılların başları, sonraki yıllarda Dergah dergisinde eser yayımlamaya geri dönen bir çok ismin dahi Dergah dergisini sıklıkla yerden yere vurduğu, ‘biz varken her şey vardı, biz yokken hiçbir şey kalmadı’ demeye getirdiği karışık zamanlardı. Bu isimlerle görüştüğümüzde ayrıldıklarından bu yana Dergâh dergisini hiç okumadıklarını da bizlere –tuhaf bir özgüvenle- söyleyebiliyorlardı. O yıllarda bizler en genç, en dinamik, en buluşçu, en parlak şiirlerimizle Türk şiirine yeni bir soluk getirme uğraşısındaydık. Bu çabamız ilk meyvelerini verdi ve umulur ki yeni çalışmalarımız, ilerde de Türk şiirinde yeni ve eşsiz sesler getirmeye devam edecek.
Dergah’ta Bayrak Devri
Dergâh dergisi ile 280. Sayısından itibaren başlayan yolculuğum Mustafa Kutlu’nun derginin ‘yazı işleri’ görevini bırakana dek ‘güneşli’, 2016 yılındaki görev değişikliğinden itibaren ise ‘parçalı bulutlu’ geçti. Mustafa Kutlu’nun Ali Ayçil’e bayrağı devredişini o dönem ‘yüreğimize serin gelen’ çoğu ismin eleştirilerinin aksine müspet görüyordum. Ali Bey, o yıllarda genellikle Kitaplık dergisine şiir gönderse de, Dergâh dergisi ile de ilişkisini kesmemiş biriydi. Dergâh dergisinin başına gelebilecek iki üç alternatif ismin başında geliyordu. İlk eserlerini Dergâh’ta yayımlaması da bir hayli önemliydi dergi okurları için. Dergâh dergisinin, kendi içinden yetişen ve o yıllarda söylemleriyle dergiyi yıpratmamış, aksine önemini vurgulayan bir isimle yoluna devam etmesi makul görünüyordu edebiyat kamuoyunca.
Parçalı Bulutlarla
Fakat 2016 yılından bu yana, garip bulutlar parça parça toplanıyordu Cağaloğlu’unda, Klod Farer’in uçsuz bucaksız semalarında.
Yıllar geçtikçe güneşli Sultanahmet semalarına bazen, gerçek şiirden nasibini almamış bir Ankara bulutu musallat oldu, ufaldı, inceldi, süzüldü ve yayınevinin açık penceresinden düşüverdi isleri derginin kapağına.
Bazen, kalaşnikof ağızlı dostluk bulutçukları yüzünden, küstürülmeyecek kadar susturulduk, sükut suikastında gizli bir el, çekiyordu tetiği kitapseverlerle aramızda.
Bazen liberal bulutçuklar, bazense mutant tomurcuklar git gide sarmıştı Ali Bey’in edebi gökyüzünü. Yağmasa da damlıyordu asit damlaları derginin üstüne ara ara. Kıymetli isimlerin arasında delikler açarak yerleşiyordu boşluklar, pahalanan kâğıtların satır aralarında.
Bu parçalı bulutlar arasında belki de tek teselli, uzakta, hiçbir şeyden haberi olmadan çalışmalarını sürdüren genç kalemlerin ilk eserlerini yayımlatma hevesi ile dergide kendilerine yer bulmalarıydı.
Öyle sanıyorum ki ‘sırf nazar değer(!)’ diye…
Aslında özünde çok çok iyi biriydi Ali Bey, hatta şiirlerime yüksek bir sevgi beslerdi. Benim şiirlerimi öylesine severdi ki sırf bana nazar değer diye, -başka isimler bir ödüle aday gösterildiğinde dahi boy boy fotoğrafları ile kitapseverlere tanıtılırken- Attila İlhan İlk Kitap Teşvik Ödülü’nü almış şiir kitabım hakkında asla ve asla dergide bahsetmedi. Hele ödülden, asla… Öylesine iyi niyetli biriydi ki, sırf güzel yüzüm, sunucusu olduğu ekranlarda eskimesin diye, -kısık sesli birçok ismi programında ağırlarken- edebiyat programına davet etmemişti beni. Gerçekten ince düşünceli biriydi Ali Bey. İnsanlar, bana düşmanlık beslemesin diye, düşmanlarımın en yakın dostu oluvermişti. Böylesine harika bir dostluğu, kardeşliği bu dünyada arasam bulamazdım. Hem, sürprizlerle dolu biriydi. Sırf siyah beyaz fotoğraflarda esmer çıkarım diye, orta sayfa sohbetini benimle değil başkalarıyla yapardı. Şu zarifliğe bakar mısınız, yazılarımdaki harfler, okuyunca incinir, yıpranır diye, bir türlü bakmaya kıyamazdı yazdığım düzyazılara. Sırf ABD’yle, CIA’yle, Amerikan Merkez Bankası’yla, başım derde girmesin diye, kapitalizme karşı yazdığım şiirleri iki sene bekletme nezaketini göstermiş, başka bir dergiye gönderince de, kapitalizmin hakkından sadece ben gelirim diye düşündüğü için sanırım, iki şiiri üst üste yayımlamıştı. Dergah dergisinde şiir kitabımın tanıtımını, ilk baskının üzerinden bir buçuk sene sonra yayınlatmasına kızmayı aklımdan bile geçirmemeliydim, belki de şair, benim büyük şiirlerimi insanlara direkt sunmaktan çekinmiş, bu büyük eserin tanıtımının doğum sancısının bile, bir Asya filinin gebelik süreci kadar sürdüğünü gösterecek şekilde anlamlı bir metaforu benim için kullanmıştı. Ah nankör, bohem, nobran, otorite tanımaz şairliğim; böylesine ince, zarif, nazik, kibar, düşünceli dostların olmasa, nasıl katlanırdın edebiyat dünyasında kalmaya?
Üzülüyoruz ama…
Dergah dergisi iki gün önce yayın hayatına ara verdi, ekonomik krizden dolayı. Bir başka kadim dergi Varlık ise son birkaç yıldır sallantıda. Seksen milyonluk bir ülkede edebiyat dergilerine ilginin son derece düşük oluşu daima hayrete düşündürmüştür beni. Sovyetler yıkılırken Rusça yayımlanan Noviy Mir dergisinin abone sayısı “2 milyon 710 bin”di. Türkiye’de köklü dergiler dahi bu gün bin adet satamadığı için teker teker kapanma tehdidi altındalar.
Üzüldük, üzülüyoruz; son yıllarda kapitalizme karşı şiirlerimiz sansürlenirken, koca derginin kapitalizme, küresel pazara, para düzenine yenik düşmesine üzülüyoruz. Kutlu’nun, Ezel Erverdi, İsmail Kara, Mustafa Özel gibi kadim Dergâh emektarlarının, genç şairlerin, yazarların, emekçilerin, yılların emeğine üzülüyoruz.
Biz üzülürken, birer birer döküldü twittera bizden önce üzülenlerin tweetleri. Şimdi gerçekten merak ediyorum kanaat ekonomisinin, Anadolu sosyalizminin, kapitalizme karşı, özgürlük için şiirlerin, yazıların yer aldığı bu köklü dergide kim sansürledi kapitalizme karşı yazdığım şiirleri?
Çok kişi yazdı Dergâh’ta ama çok azımız kaldı düzenin karşısında…
Kapitalizm, hayatı da, dergilerimizi de süpürüp götürürken
Geride kalan;
Mustafa Kutlu, İsmet Özel bir de ben.
M. Sadi KARADEMİR