Şairin Penceresi: Ahmet Haşim

Sizler için derledik. Büyük şair Ahmet Haşim’in hafızalara kazınan yazılarından alıntılar sizlerle.

”Hiçbir şey lisan kadar bir ağaca benzer değildir. Lisanlar -tıpkı ağaçlar gibi- mevsim mevsim rengini kaybeden ölü yapraklarını döker ve tazelerini açarlar. Lisanın yaprakları kelimelerdir.
Edebi bir metni okuyorken daha düne kadar canlı bir manası olan ”melek” kelimesinin, bugün tamamen hayatiyetini tüketmiş, renksiz ve şekilsiz bir lafız haline geldiğini hissettim. Bu kelime şimdi Türkçe’de soğuk bir naaştan başka bir şey değildir.
(…) Şeytani bir alevin temasıyla, taraf taraf ateş kırmızılığına boyanan çağdaş kadın çehresi yanında, uzun sarı saçlı ve mavi gözlü ”melek”, şimdi aptal bir halayık çehresinden daha fazla cazip değil.” / Kelimelerin Hayatı

Çocukluğumda, hayalime gösterdiği yeni bir cihan manzarasıyla beni kendimden geçiren ve hayale daldıran gözlerimi zevkten yaşartan bir şiir mecmuasını, geçen gün senelerden sonra elime alınca acı bir hayret içinde kaldım.

Kitabın içindekiler, solan kapatan ve sararan kağıttan fazla, daha çok fazla eskimiş, yıpranmıştı. Sanki gözle görülmez birtakım manevi güveler, eserin ruhani maddesini kemirip toza döndürmüştü. Şiirin çıkıntılarında göz alan eski aynalar sönmüş, aydınlıkların yandığı noktalarda, küçük karanlık noktalar belirmişti.

Ölüm bilhassa kitabın eskiden en çok yenilirliğini yapan kısımlarını vurmuştu. Sıfatlar, teşbihler, istiareler -böcek koleksiyonlarında, toplu iğne ile tutturulan ölü kelebekler gibi- kağıtların sathı üzerinde, renkli birer naaş halinde duruyordu. Meğer bunlar edebi eserin bozulmaya ve çürümeye en müsait süsleri imiş ! Daha dünkü şair, üslubuna sürdüğü alacalı renkler bir hafta içinde soluk bir eski elbise zavallılığına düşerken, sıfatsız, teşhibsiz, istiaresiz Homeros, saf bir billur piramit gibi güneşin ışıklarını aksettirip duruyor./ Üslup Hakkında Bir Mülahaza

Süs Dergisi’nde basılan bir Ahmet Haşim fotoğrafı. Altta ”Göl Saatleri Şairi Ahmet Haşim Beyefendi” yazıyor.

İstanbul’u yenileştiren ve yerlisini şaşırtan istilaların en gizlisi, en tesirlisi yabancı saatlerin hayatımıza girişi oldu. ”Saat”ten kastımız, zamanı ölçen alet değil, fakat bizzat zamandır. Müslüman günün başlangıcını şafağın parıltıları ve bitimini akşamın ışıltıları tayin ederdi. Ecnebi saati iptilasından evvel bu iklimde, iki ucu gecelerin karanlığıyla simsiyah olan ve sırtı muhtelif vakitlerin kırmızı, sarı, lacivert ateşleriyle yol yol boyalı, büyük bir canavar halinde, bir gece yarısından diğer bir gece yarısına kadar uzanan 24 saatlik ‘gün’ tanınmazdı. Işıkla başlayıp ışıkla biten 12 saatlik kısa, hafif, yaşanması kolay bir günümüz vardı. (…) Şimdi Müslüman evindeki saat, başka bir alemin vakitlerini gösterir gibi, bizim için gece olan saatleri gündüz, gündüz olan saatleri gece gösteriyor. Çölde yolunu kaybetmişler gibi, biz şimdi zaman içinde kaybolmuş kimseleriz. /Müslüman Saati

”Hayal yaratıcı şairin her dakika yaptığı iştir. Hele geçici bir şair olan seyyah, yabancı alemler içinde kendisine beliren mecburi cehalet sayesinde etrafına daima uydurucu bir gözün hayretiyle görecektir. Evliya Çelebi’nin Türkiyesi, Comte de Gobineau’nun Afgan’ı ve İran’ı, Pierre Loti’nin İstanbul’u, Paul Morand’ın New York’u, ancak seyyah gözünün yoktan yaratıp görebileceği birer harikulade hayaldir.
İşte şair ve seyyahın bu akrabalığı yüzündendir ki seyahatname, hiçbir dil becerisine ihtiyaç duymaksızın bir şiir kitabının kardeşidir.”/ Frankfurt Seyahatnamesi

”Alemin manzarası, renklerden olduğu kadar kokulardan örülmüştür. Hatta diyebilirim ki renkler insana ancak dış dünya hakkında bilgi verebilir. Ruha giden yolları havada çizen yalnızca kokulardır. Burnu tıkalı bir insan bir kör ve sağırdan ziyade hayatın güzel bahçesi ortasına atılmış bir bedbaht ve bir sersemdir. / Yaz Kokusu

”Leylek yaz mevsiminin kuşu değil bizzat yazdır. Kırmızı gagasının takırtısı, ses haline gelmiş bir sıcak temmuzdur. Bir baca üstünde ufka çizilen bir leylek şekli muhayyileye neler hatırlatmaz: Maviliği içi bayıltan sonsuz, derin gökyüzü… Yeşil bir vadide gizlenmiş minareli, küçük, beyaz bir şehir… Yarasaların uçuştuğu, kavak ağaçlarının hafif hafif sallandığı yeşil bir akşam (…) Alçak bir gece semasına serpilmiş büyük yıldızlar… Bütün bu yıldızların içinde bir leyleğin düşünen gagası… / Leylek


Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir