Şiir Uslu Durmaz, Şair Usu Susturmaz -İlham-

“İnsan derinlere olduğu kadar yükseklere de düşebilir.”

Hölderlin

O kadar çok rampaya tırmanıyoruz ki sözle, artık dilimiz dönmüyor düz yolda koşturmaya. Ayaklarımıza karşı teller ve patikalar… Ne kutsalın huzurunda tökezlemek istiyor ne de cennetten arta kalanların karşısında. Hayretimiz, en ağır silahlarını sıkıyor “ kabullenilmiş gerçekler” algısına. Mermilerden çok boş fişeklerin ahkâm kestiği bir çağda yanlış yerlerinden vuruluyor insan. Hâl, bedenden kat kat fazla itici güçle dolduğu anda içimizde ağır başlı düşündüğümüz ne varsa bir bir fiştekliyor maddeden içtekini. Sakin kafayla bakmalardan, munis tavırlara yeltenmelerden – o an, bir daha barışmamak üzere- boşanıyoruz. Boşalıyor normalden akla hiç sığmayanlar. Suskun bir serinliğin kaplamasının aksine, yaratıcı bir öfke püskürüyor duyuştan. “Niçin”lerin ışığında kayboluyor zihin. Hakikatin lavlarını akıtan bir patlama, birdenbire kopabiliyor iç kuruntularında. Ve o patlama bir anlıkta olsa şiir dünyasının göğünü parıldatmakta.

Son yüzyıllık serüvenimizden bu güne yansıyanıyla, şiirin gökten halka, halktan da ayağa düşmesine bakmayınız. Her şeye rağmen gerçek, hep ‘yukarıdan’ alır her şeyini, ilhamdan doğar. Çünkü en nihayetinde şiir, yücelerde dolaşma sanatıdır. Derin reddedişten çoğalma: reddi dünya, reddi teslim, reddi sistem, reddi müsamaha. Bambaşka akılların çeşitlendiği yerde olur bu reddediş. Kapasa da gözlerini, tıkasa da kulaklarını, dokundurmaz olsa da ellerini; tarifi zor ızdırapların ‘sihirli dokunuşla’ damıtılmasıyla; duyar, görür, hisseder olguyu. Sinmenin ve sönümlemenin rafa kalktığı bir mekâna evrilir şiirini yazarken şairin iç dünyası. İlhamıyla, iddiasıyla, ruhuyla, usta dokunuşlarıyla yıkar, yerle bir eder, asla başa çıkılmaz. Çünkü şiir uslu durmaz, şair usu susturmaz.

 Akılsız ilham, insanları deliliğe sürüklerken, ilhamsız akılsa, ruhu eriterek  maddeleşmeye götürür. Şiirin genel tarihine bakıldığında; düzene karşı muhaliflik,  durgunluğa karşı akış, yanlış gidişata karşı dalgakıranlık ve en sonunda da orantısız akıl ile ilhamın genel olarak önce çevreyi sonra da dünyayı terk edişe  götürdüğü somut örneklerle açıkça gözlemlenebilir. Şairlerdeki genel mutsuzluğu ve azımsanmayacak sayıdaki intiharla son noktayı koyuşunun perde arkasına bakılması gerek.

Kendince, aşkı libidonun içerisine hapsedebileceğini düşünse de, psikanalizin kurucu Freud, sanatçıdaki, şairdeki, melankolikteki bu ızdırap halini, “Hassaslıkta aşırıya kaçma konusundaki egoyla ve sanatçının ideali arasında olan şiddetli çelişki”den kaynaklandığını ifade eder. Ona göre, “Sanatçı, aslında ilk ortaya çıkış şekli içerisinde içgüdülerini tatmin isteğinden vazgeçmesi yolundaki talepleri kabul edemediği için realiteye sırtını dönen ve böylece fantezilerle dolu bir hayat içerisinde  erotik ve tutku dolu arzuların oyunlar oynamasına izin veren kişidir.Fakat o yine de bu fanteziler dünyasında realiteye dönmenin bir yolunu bulur; özel yetenekleriyle fantezilerine bir çeşit yeni realiteler şeklini verir.”  Egonun hakimiyetinin sanatçı benliği üzerindeki etkisi açısından önemli olduğu muhakkak.  Nevrozdan psikoza, çeşitli şekillerle psikolojik tanı konulmaya çalışılan şair için Freudça konulan ‘yarattığı eserle psikolojik yıkımdan kurtulan ama tedaviye de yanaşmayan inatçı nevrozlu ruh’  tanımlaması da yarım kalıyor şair ızdırabını ya da ilhamını tanımlamaya.

İlhamı, yaratmadaki bilinçdışı etkenin geleneksel adı olarak belirten Rene Wallek ve Austin Warren’in Edebiyat Teorisi kitabında, genel özellik olarak “aniden ve gayrişahsi” olarak ortaya çıkan ilhamın belirtisine, yaratıcılık bağlamında J. L. Lowes’ın şu sözleriyle vurgu yapar;

“Yaratma enerjisi, gücünün doruğunda hem bilinç hem bilinçdışı bölgelerinde çalışır… Ve bilinçdışının depoda (yani bilinçdışının ‘kuyusunda’) dönüşüme uğrattığı imajlar kalabalığını bilinç vasıtasıyla kontrol eder.”

Eser yaratanı “Yaratan bilinç” ve inancımıza göre “Tüm Biliçlerin ve Bilindışıların Limitsiz Sahibi” olan Allah’a yakınlaşmak bu minvalde önem kazanıyor kısıtlı üstinsan şairi, derin çöküşünden kurtarmaya.

İlhamın ‘kuyudaki’ gizli yüzünü büyük sanatçıların özünde görmek mümkün. Almanların Goethe ve Shiller’den sonra  en büyük şairi sayılabilecek Hölderlin’e bir mercek uzatmak bu konuda bizlere yol gösterebilir. Keza, şiirde düşünsemeden çok duyumsamayı öne alan Hölderlin ilhamın gücüne de parmak basar, doğadan seziş ve karşıtlıklardan, üç önemli özellik olan ‘güzellik, kutsallık ve göksellik’e vurgu yapar yazılarında. Hakikati görüp dokunup onu içselleştiremeyişi, maddenin sanatçı öze dar gelmesi sonucu  onu kaçınılmaz sona –çıldırtarak- itmişti oysa. Heyhat! Bütün dinler özü itibariyle şiirseldir diyen bir şair, derinlere olduğu gibi yükseklere de düşebileceğini bile bile yitirmiştir kendisini ve benliğini. Sonlu’nun hegamonyasından sonsuzluğun ışığına doğru ilerleyip onunla yetinebilseydi, belki de bu kötü gidişatına dur diyebilecekti.

Nurettin Topçu’nun İsyan Ahlakı kitabında mistik iman- estetik iman bölümlerinde  Bremond’un “yolun sonuna varamamış başarısız bir mistik” olarak tanımladığı şairin, “bir saikin itmesiyle” ( ki o saik ilhamdan başkası değildir.) estetik imanın mistik imana evrilmesi gerektiğine değinir. İlahi mevcudiyetin eksikliği  Topçu’nun ifadesiyle “ üstün iradeye, tayin edici iradeye boyun eğmek amacıyla benliğinden ve eşyaya bağlılık iradelerinden vazgeçme hususunda gösterdiği gittikçe büyüyen imkansızlığıdır.” Bu yüzdendir  transandantal sanata doğru bizdeki mistik şairlerin meyledişi. Rüzgarları döverek yürüyen şair aklının en yakın üst örneklerinden Necip Fazıl’ın da buhranları içerisinden tasavvufa sığınması sayesinde delirmekten kurtulan dehalardan olduğu iddiamız da bunun ispatları arasında gösterilebilir. Aksi takdirde  sanatçınının hali Heykeltraş Mikelanj’ın kendisi için belirttiği gibidir: “Hakikatleri kendi içimde biriktirmekte ve inlemekteyim.”  

 Şairlik ve ilham – hiç kuşkusuz- Allah tarafından verilen bir meleke ve bir ruh halidir. Hal böyle olsa da ilhama her şekliyle bir kutsiyet atfetmek de bir o kadar yanlıştır. Estetiğe, güzele, müzikaliteye imanı içinde barındıran her şair-sanatçı, mutlaka bir pay alır ilhamdan. Şairin akıldan üstün bir bilgi melekesi olan imgelemi ile, görünen varlığın altında yatan öze kadar sızabildiği Berna Moran tarafından da dile getirilmişti, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri kitabında. “Platonun İon diyaloğunda şairin ilham yolu ile aklı aşan bir bilgiye vardığından” söz ettiğini belirten Moran da kitabında şairin, bilim adamları gibi akıl ve deney yolu ile değil ama imgelem ile aklın sınırlı bilgisini aşan daha yüksek bir bilgiye eriştiğinden ve bunun da herkese vergi olmadığından bahsediyor.

Sezginin gücünün fazlalığı , hakikati belirten simgeleri, şairi, varlığın özüne daha çok yanaştırır. Fakat bu durum onun kutsalla olan ilişkisine olumlu ya da olumsuz olarak direkt bir etki yaptığını söylemek güç. İlhamın sihri, gizemini halen daha barındırsa da Mutlak İrade tarafından sadece ‘kutsal’ kişilere ( peygamberlere) özgü indirilen vahiy ile doğrudan bir ilişkisi olduğu söylemek zor. Şairin ilham yoluyla ulaştığı üst bilgi ile öze yakınlığı onu kutsala götürebileceği gibi, şair kısıtlı da olsa ‘seçilmiş’liğinin getirdiği benliğinin, egosantrikliğinin fazlalığı sebebiyle bu durum şairi Tanrı’ya kafa tutan bir hale de dönüştürebilir. ( Sonuçta her halükarda kazananın Tanrı olacağını biliyor olsa da. )  Bu yüzden tekil bir ilham tanımı onu açıklamada yetersiz ve kısır kalır. Kökü tek bir ilhamdan da çıksa, ilhamın dallarının vardığı yerler apayrı noktalardır.  Ki ilhamın da kendine has türleri olduğunu Çağ ve İlham’da şöyle belirtmişti Şair Sezai Karakoç:

“ ‘Kara ilham’ diyeceğimiz bir ilham, ‘ak ilham’ ya da sadece ‘ilham’ diyebileceğimiz bir ilham , ‘yüce ilham’, ‘semavi ilham’, ‘ilahi ilham’ diyebileceğimiz bir ilham vardır. …Eski deyişle şeytani ve rahmani ya da zulmani ve nurani bölümlenmesinin sonucu, ilham karadan aka, kızıldan yeşile, böyle bir renk, şiddet, biçim çokluğu ve boyutları gösteren bir ruh ve insanlık ruhu olgusudur.”  Nietszche, her ne kadar kendi ilhamını vahiyle bir tutsa da, Ecce Homo’da ilhamı ile ilgili  belirtiği cümleler kayda değerdir:

“…İnsan aramadan duyar, kimden geldiğini sormadan alır, bir düşünce- şimşek gibi çakar zorunluluk ve tereddütsüz en son biçimi içinde- benim için seçmek diye bir şey yoktu-. Bir esrimedir, insanın gerilimini gün olur gözyaşlarıyla boşalır, birden hızlanır, sonra farkına vardırmadan yavaşlarsınız; artık kendinizde değilsinizdir, sadece baştan ayağa geçirdiği o sayısız ince ürpertileri ve titremeleri açık seçik duyarsınız; derin bir mutluluktur, en acı veren, en korkunç şeyler ters etki yapmaz ama bir koşul, olumlu bir istek, bir ışık bolluğundaki zorunlu bir ışık olarak gerek duyulur; biçimlerle dolu engin uzayları kaplayan ritim bağlantıları-uzunluk,geniş dalgalı bir ritim gereksinmesi neredeyse ilhamın gücüdür, geliş gidişlerinin gerginliğini yatıştırmaktır bir tür… Her şey sizin dışınızda gelişir, bir özgürlük, bir saltlık, bir güç, bir tanrısallık fırtınası içindesindir sanki. İmgenin, benzetmenin artık bizim yanımızda olmaması işin ilginç yanıdır; artık imge nedir, benzetme nedir bilemez olur insan; her şey kendisini en yakın, en doğru, en yalın deyiş olarak sunar size.”… Şeyler kendiliğinden gelir, kendilerini benzetme olarak sunarlar sanırsın.”  Pürüzsüz, salt bir sanatçı ilhamını kendinde barındırsa da, kötü kalp ve taşkın zekası yüzünden  Nietszche, ilhama ulaşmış bir deha olmasına rağmen, -ne yazık ki- ilhamını karadan aka  çeviremediği için hayatının son dönemlerini bir kaçkın olarak geçirmişti.

 Bir alev topudur ilham; onu uygun zamanda ve istikamette kendi özgün kalıplarında kullanırsa sanatçıyı sarar, ona güç verir, yüceltir, tekil,  eşsiz (unique)  ve erişilmez kılar; şayet doğru ölçü ile kanalize edilemiyorsa şair, eline yüzüne bulaştırır o ateşi. Ve bu bocalama hali, tüm alevleriyle onu yakar, kavurur, işlevsiz hale getirir. Sanatçıdaki- o çok klişe olan- delilikle dahilik arasındaki ince çizgiyi kolaylıkla kaldırabilir bu sönmeyen  ateş karşısında. Hele  ki bazı şairler  o ateşi, Antartika’nın buzullarından yapılma çevrelerinde ısınmak için kullanabiliyorsa. İşte o zaman  çatının çökmesi, şairin o eriyik hali kendi üzerine hissetmesi  ile ateşinin sönüşü  ve tüm bunların sonucu olarak şair ruhunun hızlandırılmış ölümü kaçınılmaz hale gelir.

Bize düşen ilhamın şuursuzluğu içerisinden şuuru, imge havuzu içerisinden anlamı, alışılmışların üzerinden buluşu, yokluk sanılan o çok boyutlu uzay boşluğundan  ‘tek’ olan Var’ı sanatsal bir damıtımla öze indirgemek.

İlhamını kaybetmeye yüz tutmuş bir çağda, şair ruhların –gerçek- ilham ayininde buluşmak umuduyla.

M. Sadi KARADEMİR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir