Masumiyeti Kim Öldürdü
Bu gün derin bir iç çekişle andığımız o gariban, sessiz ve telaşsız göçtü aramızdan. Ardından ne bir ses yayıldı etrafa ne de bir ağıt… Belki de hiç bilmediğimiz bir yerde koptu tufan. Artık ne sabahlar kaldı mutlulukla uyanılan ne de o el değmemiş gururların yarattığı ihtişam… Puslu bir gökyüzüne savruldu her şey… Son tasavvuf treninin kalkmasıyla aramızdan ve son inanmış rahibenin kolları arasından masumiyet… Öldürüldü.
Öyleyse kimdi suçlu bulunan? İnsanların hayatına ‘tekno’ tokat girip mahremiyeti hırpalayanda mıydı suç? Yoksa kırmızı halılardan beyne kadar yükselen yırtmaçlarında mı hayatın? Yoksa etnosentrizmden nasibimizi fazlasıyla alıp bizlere ana sınıfından itibaren öğretilen ‘tense’lerde mi? Yoksa ortaya çıkan her yeni tedavide ölümü biraz daha unutmakta mı?
Dört bir yandan savrulup gelen ithal mermilerle yabancılaşmanın ve maddeleşmenin çapraz ateşi altında bulunuyoruz. Hayatımız bir Amerikalı gibi dolaşıp gezmeye, onun Burger’ından yiyip onun içkisini içmeye, onun kotuyla giyinip onun tek gecelik ilişki (one night stand) mantığıyla ilişkilerimizi düzenlemeye programlı gibi… Üçüncü dünya ülkelerine emperyalistçe öğretilen İngiliz’in Dili’ni bilmemek, günümüzde utanç merkezi olmaya, eğer bir şirkette çalışılıyorsa sebepsiz işten kovulmaya, başkaları tarafından ‘Bu ne cahiliyet? ‘ diye sorulmaya yeter de artar bile… Daha yüz kelime Türkçeyle zar zor konuşan minicik çocuklara Bİlingual (çift dilli) eğitim verip Bİ işe yarayacağını sanarak, ülkesinin ve milletinin tüm manevi değerlerinden Bİ haber yetişeceğinden haberimiz yok sanki… Bizden yüz kat daha iyi İngilizce konuşan Afrika, bu gün bizim kaç yüz sene gerimizde acaba? Haberimiz yok. Unutmayalım ki, eğer doğunun tüm güneşleri batıdan doğacak olsaydı, dünyanın çoktan tersine dönmüş olması gerekirdi.
İstem dışı aşkı, saflığı ve duruluğu öldürürken sistem dışı hiçbir şey yapamıyoruz. Koyu ve köhne yabancılaşma etrafımızı sarıyor, ötekiler öğrenilmiş çaresizlikleriyle batının çoktan kitabı ve silahı altına girmeyi kabul ederken, berikinde de ’dilde’ ve sözde en Müslümanımız, Ali’nin katili Coni’yle ortak olabiliyor. Maddeleşme uğruna değerlerimizin bir ara sıcak gibi yenilip gittiğinde pastanın Rest’ine ( diğerlerine) ortak olduğumuza ne kadar vâkıfız? Nasıl olsa Allah affeder diye, zalimle ortak olmak hangi hocadan icazet alır? Âhiretteki ihaleleri acaba kim kazanır?
Makineleştiriliyor, robotlaşıyoruz. Belki hemen dönmüyor ama dönüştürülüyoruz. Moda kültürüyle şükretmeyi unutuyor, kısa sürede modayı belirleyenlerin inisiyatifiyle kendimizden dışlanıyor; tarzımıza, duruşumuza, aşkımıza, savaşlarımıza ve inançlarımıza ‘fransız’ kalıyoruz. İnternet üzerinden çok da net olmayan hayatlar yaşıyor, bir tıkla tüm geçmişimizi silebileceğimizi sanarak, başkaları görsün diye sahte mutluluk anları paylaşıyoruz. Çok kısa sürede birbirimizden sıkılıyor, suçu arada hiç olmayan aşka atarak, bir süre birlikte olup sevgiyi de yok ederek hiçbir şey olmamış gibi ayrılıyoruz. Böylece ruhsuz bir temele dayanan sığ ilişkilerin derin enkazlarında kalıyoruz. ‘’ Aşıkların varlıkla işi yoktur, onlar sermayeleri olmadan kazanç elde ederler.’’ diyen Mevlana’dan hiç mi ders almıyoruz? Bağdatlı Ruhi gibi aşık olup da:
‘’ Künc-i fırkatte rakiba bizi tenha sanma, Yar eğer sende yatursa elemi bizde yatur…’’
( Ey rakip! Ayrılık köşesinde bizi tek başımıza kalmış sanma, eğer sevgili senin koynunda yatıyorsa elemi de bizim koynumuzda yatmaktadır.) diyebilecek kaç gerçek aşık var aramızda?
Gündelik hayattaki ilişkilerimizde gönül ilişkilerimizden farklı değil. Ve artık kısa süreli çıkar ilişkileri yaşanıyor. O yüzden her ayrılıkta daha fazla yalnızlaşıyor ve yaşıyoruz; kalabalık galaksilerin tek kişilik gezegenlerinde…
Dünyada yoğurda ismini veren ülkemde, atalarımızın dediği gibi var olması gereken ‘’ her yiğidin bir yoğurt yiyişi’’nden yola çıkarak, dünyaya bakış açımızda kendi değer süzgecimizden geçirdiğimiz bir yoğurt yiyişimiz yoksa; kısacık ömre sığdırılmış bu geçici taş dünyadan taşan fikirlerimiz bulunamıyorsa; masumiyeti, hakkı, adaleti, iyiyi, güzeli, saflığı, doğruluğu ve aşkı unutup batının rulet masasında herhangi bir cep olmaya çoktan razı olduysak; hiç kimse kusura bakmasın dostlarım, masumiyeti biz çoktan kendi ellerimizle öldürmüşüz demektir. Ona sıktığımız kurşunun kendi ruhumuzu delip geçtiğinin farkında dahi olmadan…
Ey iyi insan, tüm bu hatalarımız ve yanılmışlığımızdan ötürü, günahlarımızdan arda kalan iyiliklerimizi bizleri var eden kutsal hamurla birleştirmeliyiz. Ancak bu şekilde birlikte olur ve bu cinayetin vebalini üstlenebiliriz. Hem kim bilir, belki de aramızda fark etmeden yok ettiğimiz o gariban başka bir yerde ve başka şekillerle aramıza katılır. Yoksa yok olup gideceğiz, kaderimizi karalarla kaplayarak. O yüzden, sarsın etrafımızı gökten düşen intizam ve hâlâ yanağı kızaran (varsa) parmak kaldırsın! (2012)
M. Sadi KARADEMİR