Amerikan Rüyasının Sonu: Muhteşem Gatsby| Beyza Nur Küçükuysal
20. yüzyılın en büyük Amerikan yazarlarından biri olan F. Scott Fitzgerald’ın 1925 yılında yayımlanan ve şu an başyapıtı olarak kabul edilen eseri Muhteşem Gatsby; yalnızca tutkulu bir aşkın hikayesi değil, aynı zamanda 1920’ler Amerika’sında doğan Caz Çağı’nın ihtişamı ve aşırılığı altında yatan yozlaşmayı çarpıcı bir üslupla anlatarak topluma eleştirel bir bakış açısı sunan bir eserdir. Günümüzde hala inanılmaya devam edilen Amerikan Rüyası’nın vaatlerinin ardındaki hayal kırıklıklarını göz önüne sererek edebiyat okurlarını etkilemeyi sürdürüyor.
1896 – 1940 yılları arasında yaşayan Fitzgerald, 1890’larda doğup 1. Dünya Savaşı sırasında yetişen ve ‘Kayıp Kuşak’ olarak adlandırılan nesildendir. Bu neslin ortak özelliği savaştan sağ çıktıktan sonra hayatlarını amaçsız ve boş görmeleridir. Amerika’nın 1. Dünya Savaşı’ndan sonra ekonomik olarak ferahlayıp zenginleşmesi bu nesli bir hayli etkilemiştir. Hem Kayıp Kuşaktan olup hem de 1918 yılında başlayıp 1920 ve 1930larda hakimiyet süren Caz Çağı’ndan nasibini alan Fitzgerald, yaşadığı bu dönemden oldukça etkilenmiş ve Muhteşem Gatsby dahil birçok eserine otobiyografik nitelikler katmıştır. Roman, deneme, senaryo ve kısa öyküler yazan Fitzgerald, hayatı boyunca 4 roman, 4 kısa öykü derlemesi ve çeşitli dergilerde yayımlanan 164 kısa öykü yazmıştır ancak 44 yaşında kalp krizinden hayatını kaybetmiş ve asıl ününü ölümünden sonra kazanmıştır.
Kendi hayatı da Caz Çağı’nın ihtişamı, şanı, şöhreti ile dolu olan Fitzgerald’ın Muhteşem Gatsby’sinin ana karakteri Jay Gatsby, Fitzgerald’ın eşi ile olan ilişkisinden ve yaşadığı pırıltılı hayattan birebir izler taşıyor. Fitzgerald dönemin Amerika’sını, toplum görüşünü, sosyoekonomik durumu yüzeyden bakıldığında yalnızca bir aşk hikayesi gibi gözüken romanının satır aralarına öyle ustalıkla serpiştirmiş ki doğru okunmadığında bunlar göz ardı edilebilir.
Romana ismini veren ana karakterimiz Gatsby’nin asıl adı James Gatz’dir ve yoksul bir aileden gelen ama gözü her daim yükseklerde olan bir gençtir. Gatsby bu zenginlik isteğinden ötürü kendini baştan yaratıyor, kendine yepyeni bir kimlik ve hayat oluşturuyor sonunda da istediği ışıltılı hayata fazlasıyla sahip oluyor. Fakat Gatsby’nin bu ışıltılı hayatının kapıları ardında ne gibi sırlar yattığı muallakta ve bu gizem Gatsby’nin adının şaibeli işlerle aynı cümlelerde kullanılmasına ve de sürekli olarak dedikoduların odağı haline gelmesine yol açıyor. Aynı zamanda gençlik yıllarında tanıştığı çekici, coşkulu genç bir kadın olan Daisy’ye tutkulu ama takıntılı bir aşk besliyor. Daisy ise Gatsby orduya katıldıktan sonra onun dönmesini beklemiyor hâlâ ona âşık olduğu halde kibirli bir milyoner olan Tom ile evleniyor. Roman’ın anlatıcısı yani bizim hikâyeyi onun gözünden gördüğümüz onun ağzından dinlediğimiz kişi ise Nick Carraway. Nick 29 yaşında eski bir asker aynı zamanda Daisy’nin kuzeni, Long Island’daki hayali West Egg kasabasına taşınıyor ve tesadüfen Gatsby’nin komşusu oluyor. Gatsby her hafta büyüleyici malikanesinde gösterişli partiler düzenlerken Nick de bunlara uzaktan tanık oluyor. Bir süre sonra ise komşusu Gatsby, daha önce kimseye yapmadığı bir şekilde Nick’i partilerinden birine özel bir davetiyeyle davet ediyor. Nick’in Gatsby’nin partisine katılmasıyla birlikte Nick, Gatsby ve Daisy’nin de içinde bulunduğu çarpık ilişkilerin ortasında kalıyor ve devamında yaşanacak olan skandallara şahit oluyor.
Fitzgerald roman boyunca sembolleri çok iyi kullanıyor. Öyle ki ana karakterlerin her biri dönemin toplumunun, değerlerinin ve toplumsal sınıfların birebir sembolize edilmesinden oluşuyor. Daisy, zarafeti ve naifliği ile cazibeyi temsil etse dahi romanın sonunda statü ve güvenli alanını aşkının önüne koyarak yozlaşmış dünyayı simgeliyor. Tom, kabalığı, gücü ve ayrıcalıklı konumuyla egemen sınıfın üstünlüğünü ve sürekli kazandığını bizlere hatırlatıyor. Nick ise gözlemci bakışıyla bu dünyanın cazibesine kapılıyor ve bundan kaynaklıdır ki Gatsby’ye karşı bir zaafı oluşuyor ama yine de zamanla bu cazibenin derinliklerinde yatanları gördükçe de soğumaya başlıyor. Gatsby ise, saf bir hayalperestlik, takıntılı bir aşk ve hırslı bir çıkarcılığın birleşiminden ortaya çıkarak dönemin yozlaşmasının vücut bulmuş halini gözler önüne seriyor.
Fitzgerald’ın Muhteşem Gatsby’si hak ettiği değeri bulmak için yayımından sonra onlarca yıl unutulmaya yüz tutmuş bir roman olarak bekledi ve bugün 20. yüzyılın en büyük Amerikan romanlarından biri olarak görülüyor, akademik çevrelerde tartışılıyor, Amerikan edebiyatını tüm dünyada temsil ediyor, her geçen gün geniş okur kitlesini biraz daha artırarak ilgiyle okunmaya devam ediyor. Bu kısa romanın en büyük güçlerinden biri akıcı dilinin yanı sıra güncelliğini koruyan temalarında saklı. Aşk, tutku, hırs, sınıf farkları, hayaller, mücadele ve asla bitmeyen ahlaki çatışmalar… Bu eser, edebiyatın ve sanatın zamansızlığının en önemli örneklerinden biri olmuş ve olmaya da devam edecek.
Beyza Nur Küçükuysal
