Kanat Çırpan Gelecek

Kapıyı araladığında yalnızlık, evdeki bütün boş koltuklara oturmuştu; sessizlik ve yorgunluk ise kendisini içeriye buyur etmek için birbiriyle yarışıyor gibiydi. İçeri girdi, kravatını gevşetti, deri çantasını koridora bıraktı. Balkonun kapısını araladıktan sonra ekranın karşısında kurulup günün rutinine, yorgunluğuna ve stresine karşı ateşledi kumandasını. Kanallar hızla yer değiştirirken, bir yandan telefonuna göz gezdiriyor, diğer yandan ise uygun bir kanala park etmek istiyordu göz bebeklerini. Kanalları değiştirmenin döngüsü sürerken, beyaz ve turuncu lekeler ile kanat uçlarına incelik veren beyaz şeritlerden bir ahengi siyah kanatları üzerinde taşıyan, uçarı hareketlerine karşın büyük bir gösteri ve zerafet içerisinde salona doğru süzülen bir kelebek, usulca geldi ve sıkılgan adamın koltuğunun baş kısmına kuruldu.

Ekran gezintisinin üçüncü turunda kumandanın sahibi, haber kanallarını doğrudan geçip, gündüz kuşağının son dönemecinden sıyrılıp, müzik kanallarını da birkaç hamlede atlayarak belgesel kanalında karar kıldı boş zamanının avuntusunu. Kanal açılır açılmaz kelebeği bir coşkunluk hali sardı. Odada uçuşup duruyor, bazen televizyonun önüne, bazense üstüne bir konup bir kalkıyor, havada kavisler, yarım daireler çizerek ekrana dalışlar gerçekleştiriyordu. Camın içerisindeki ağaçlara konmak, arkadaşlarına dokunmak için ekranla girdiği göğüs göğüse mücadeleden başarılı çıktığı söylenemezdi. Sonunda sendeleyerek geldi, adamın yanı başındaki yerine kondu.

Yemyeşil ağaçlara, berrak sulara, geniş düzlüklere çevrildikçe kameranın kadrajı, içinde yaşamadığı fakat zihninin bir yerinde ona her zaman aşina gelen bir çevreye bakıyormuş hissi oluştu kelebekte. Gökyüzünde; bütün alı, yeşili, bordosu, turkuazı, çivit mavisi, erguvanı, turuncusu, siyahı, beyazı; lekelisi, desenlisi, kıvrımlısıyla uçuşan binlerce tanıdığa rastlayınca ön ayaklarıyla gözlerini ovuşturdu, antenlerini yokladı, ağzındaki hortumu koltuğun kumaşına değdirip geri çekti. Önce ekrana, sonra adama, sonra tekrar ekrana baktı. Kamera, hareketine son verip kalabalığın arasındaki kelebeklerden bir tanesini odaklayınca tüm antenleri donmuş bir şekilde bakakaldı ekrana. Neden şaşırmasındı ki? Karşısında mahremiyetinin tüm detaylarına vurgu yapılarak yoklanan günün kahramanı; renkleri, lekeleri, desenleri, kanat  çizgileri ve uçuş tarzıyla tıpkısının aynısıydı resmen.

Belgeselin jeneriği bitip gösterim başladığında tüm hayat hikâyesi gözlerinin önünden geçiyordu sanki. Kendi filmiydi yumurtadan larvaya, oradan kozasındaki karanlık günlerine ve son olarak da gökyüzünde ilk kanat çırptığı zamana değin anlatılan. Belki tutunulan dal, basılan toprak, yenilen öz farklı olsa da hayret edici şekilde neredeyse her detayı doğruydu gösterilenin. Yumurta zamanına diyecek bir şeyi yoktu, doğması için gereken en önemli aşamaydı zaten o.  Larva dönemini ise pek kendine yakıştıramazdı doğrusu. Şimdiki parlaklığına ve ışıltına kıyasla bu renksiz sürüngen de kim oluyordu? Kozanın içerisinde kaldığı aşama –ki en fazla önem verdiği de buydu- kutsal bir inziva gibi gelmişti ona. Açık göklere hazır eden karanlık…

Ya sonra, diye düşündü kelebek. Buraya kadar anlatılanın hepsini iyi kötü yaşamıştı, hatırlıyordu, fakat asıl olan bundan sonrasıydı, tüylü ön ayağı çenesinin altına dayayarak düşünceli bir şekilde seyretti devam filmini.

Belgesel tam iki saat sürdü; arada girilen reklamlarda kelebek iyice efkârlandı, balkonda pencere önünde bir tur atıp görüntü başladığında yeniden kuruldu yerine. Aslında böyle durgun da değildi eve girdiğinde. Gençliğinin baharında, en tatlı özleri birbirine karıştırarak topluyordu günden güne. Ama şimdi, olacak şey miydi bu? Sırası mıydı içini karartacak şeyleri öğrenmenin. Ne güzel şeydi düşeceğini bilmeden uçup gitmek…

Belgeselin devamında soydaşı binlerce kelebeğin uçuş stillerini ve diğer tüm özelliklerini detaylı olarak aktarmışlardı. Kendisi gibi erkek kelebeklerinin kişisel renklerine göre seçtikleri eşlerini bulmak için hissettikleri duygu ise ne zamandır içini titreten heyecanın sebebiydi belli ki. Bu kısma kadar her şey güzel giderken belgeselde soyunun devam edebilmesi için çoğalması gerektiğini, fakat bu gerçekleşirken de kendisi gibi erkeklerin genellikle çiftleştikten sonra öldüğünü öğrenince ateş basmıştı dört bir yanını. Bir an karşı apartmanın bacasından çıkan gri dumanın üzerinde uçup hortumunu dumana doğru açmak istedi. Lakin geri döndü, belgeselin sonunda kelebek milletinin ömrünün de zaten çok fazla olmadığını öğrendiğinde ise iyice deliye dönmüştü. Dünya başına yıkılmıştı. Odada hışımla uçtu, kumandayı elinde tutan adama baktı, yaptığını beğendin mi, dedi. Ne güzel yaşayıp gidiyordum ağaçların, çiçeklerin üzerinde; umutla gururla ve sevinçle.  Sırası mıydı gelecek diye bir şeyi başıma sarmanın. Üstelik, şu kısacık ömrümde koskoca iki saatimi de bu gönlümü karartacak sonu izlemek için harcadım senin yüzünden.

Belgeselin sonunda isimler silsilesi düşük puntolarla ekrandan akıp giderken adam, kelebeğe döndü yüzünü, istemsizce gülümsedi. Kelebek en yakın cama doğru hızla yöneldi. Sabırsız bir şekilde camın açılmasını bekledi. Adam ayağa kalktı. Hızlı hareketlenmelere anlam vermeye çalışırken camı açtı ve azat etti kelebeği.

Hiç fena sayılmaz, diye düşündü içinden, demek bir günden de fazlaymış ömürleri.

Sonra koltuğuna geri döndü, değiştirdi kanalı.

Bir sonraki kanalda yer alan dizide kamera yakınlaştırdıkça kendisine git gide daha fazla benzeyen bir adam evden içeri girdi, kravatını gevşetti, deri çantasını koridora bıraktı. Balkonun kapısını araladıktan sonra ekranın karşısına kurulup ateşledi kumandasını.

M. Sadi KARADEMİR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir